SaüROCK yeni döneme bomba gibi başlıyor! 16. Geleneksel Tanışma Partisi bu sene yeni adresinde The Gusto Pub’ta!
Evet SaüRock’lı, beklediğin an geldi! The Gusto Pub’ın ev sahipliğini yaptığı, SaüRock’ın düzenlediği Tanışma Partisi 1 Kasım 2022’de saat 20.00’da! Sahnede ise SaüROCK Band mükemmel şarkılarıyla ortalığı SALLAMAYA GELİYOR!
Gece boyunca sürpriz etkinlikler, geceye özel indirimler ve sınırsız eğlenceye hazır mısın? *
*Etkinliğimiz ücretsiz olup, damsız giriş olmayacaktır.
The Gusto Pub Semerciler, Milli Egemenlik Cd. No:13, 54100 Adapazarı/Sakarya
Merhabalar. Bu yazımızda ‘’Lost Of The 27 Club’’ projesinden bahsetmek istedim. ’’Lost Of The 27 Club’’ projesi ‘’Club 27’’ olarak adlandırılmış, 27 yaşında intihar eden müzisyenleri ve bunun müzik dünyasına kaybettirdiklerine dikkat çekmek isteyen bir projedir. Müzik dünyası ve Dünya toplumunda üzücü olarak nitelendirilen, üzerine bir çok şarkı yazılmış, destek hatları oluşturulmuş ve her geçen gün tekrar tekrar çözülebilmesi için uğraşılan konu ‘’intihar’’.
Lost Of The 27 Club projesi de intiharın müzik dünyasında biz dinleyicilerin ve müzik dünyasının kaybettiklerine dikkat çekmek için yapılmış bir projedir. Over The Bridge ve Lemon Entertainment tarafından başlatılan projenin konusu; eğer genç yaşta intihar eden sanatçılar yaşasaydı günümüzde nasıl parçalar çıkarırdı.
Bunu başarabilmek için Over The Bridge günümüz teknolojisi olan yapay zeka ile sanatçının diğer şarkılarını inceliyor ve ortaya benzer bi eser koyuyor. Söz ve müziğini yapay zeka yazdıktan sonra bazı vokaller tarafından seslendirilmiş. Lost Of The 27 Club için Over The Brigde şunları söylüyor;
‘’ Popüler müzik olduğu sürece, müzisyenler ve ekipler genel yetişkin nüfusunu çok aşan bir oranda zihinsel sağlıkla mücadele ettiler. Ve bu konu göz ardı edilmedi. Lost Of The 27 Club gibi şeyler tarafından romantikleştirildi – hayatları sadece 27 yaşında kaybedilen bir grup müzisyen. Bu akıl sağlığı krizinde neyin kaybedildiğini dünyaya göstermek için yapay zeka kullanarak Lost Of The 27 Club ile hiç şansı olmayan albümü yarattık. Bu albüm aracılığıyla, daha fazla müzik endüstrisi içerisindeki kişiyi, ihtiyaç duydukları zihinsel sağlık desteğini almaya teşvik ediyoruz, böylece yıllarca hepimizin sevdiği müziği yapmaya devam edebilecekler. Çünkü yapay zeka bile asla gerçek şeyin yerini alamaz.’’
Çünkü yapay zeka bile asla gerçek şeyin yerini alamaz.’’
Şuan da albümde Nirvana , Jimi Hendrix, Amy Winehouse, Jim Morrison tarzlarında yapılmış birer tane parça bulunmakta. Müzik tarzlarına göre benzer vokallerden yardım alınarak seslendirilen parçalar Youtube ve Spotify’da yerlerini almış durumdalar.
Albümün Yapım Aşaması
⦁ MÜZİK GİRİŞİ 27 Club müzisyeninin izole edilmiş dinleyiciyi kulaktan yakalayan, ritimlerini, melodilerini ve sözlerini dinleyen bir yapay zeka (AI) algoritmasını edindi.
⦁ AI GİRİŞİ Yapay zeka algoritmamız müzikten öğrendi, ardından yepyeni dinleyiciyi kulaktan yakalayan, ritimler, melodiler ve sözlerden oluşan bir dizi oluşturdu.
⦁ ŞARKI BESTESİ Bir ses mühendisi, yapay zeka tarafından üretilen bu müzikal öğeleri aldı ve ’Lost Of The 27 Club ‘’ albümünü besteledi.
Müzik Sektöründe Akıl Sağlığı
Günümüz için hala bir sorun oluşturan intiharların büyük bir sorun olduğuna dikkat çekmek için yazılmış birkaç parça ile yazımızı sonlandırıyoruz.
Disturbed – Inside The Fire
Queen – Don’t Try Suicide
Five Finger Death Punch – Coming Down
Ozzy Osbourne – Suicide Solution
Projeye ulaşabileceğiniz link : https://losttapesofthe27club.com/
Nickelback, Kanada’nın Alberta eyaletinde 1995’te kurulan bir hard-alternatif rock grubudur. Grubun vokali, bir zamanlar Avril Lavigne ile yakınlığıyla bilinen ve kirli-metalik sesini çok beğendiğim Chad Kroeger’den başkası değil. Bir rivayete göre grubun ismini de bu adam koymuştur. Kasiyerlik yaptığı dönemde para üstünü verirken sıklıkla “here’s your nickel back” lafını kullandığı için gruba Nickelback demeye karar vermiş, bir arkadaşın yalancısıyım (bkz: bir arkadaş ekolü).
Grubun Tanınma Süreci
Grup, 2001 yılında çıkardıkları albümden “How You Remind Me” şarkısıyla başta ABD olmak üzere dünya genelinde oldukça ünlendi. Şarkı ilk çıktığında o kadar ses getirdi ki ABD’deki listelerde 4 hafta üst üste 1.lik koltuğundaydı ve şarkının bulunduğu albüm ABD’de 5,dünya genelinde toplamda 10 milyondan fazla sattı. Bu o zamanlar yeni ünlenen bir grup için harika bir sayıydı.2002 yılında Spider-Man filminin soundtrackinde grubun “Hero” şarkısı kullanıldı. 2004’te oyun dünyasında büyük başarı yakalayan Flatout 2 oyununda “Flat on the Floor” ve “Believe It or Not” şarkıları kullanıldı, ki bu yazıyı da bu sayede okuyorsunuz yoksa grupla tanışamayacaktım muhtemelen. Bu başarılardan sonra çıkardıkları albümden “Someday” şarkısı ABD listelerine 7.sıradan giriş yapmayı başardı.Bu şarkının How you remind me şarkısıyla benzerliği dikkat çekiciydi.2005’te grubun, dünyaca ünlü haftalık Billboard dergisinin son 10 yılın en iyi 200 albümü listesinde 13.olarak gösterilen “All The Right Seasons” albümünden çıkan “Photograph” şarkısı saygın müzik listelerinde haftalarca kaldı 2.sıraya kadar yükseldi.
Portekiz Talihsizliği
Birkaç sene içinde rock müzik dünyasına demir atan grubun başarıları kadar bazı olumsuzluklar da sıklıkla konuşuluyordu. Grubu müzikal olarak beğenmeyen oldukça fazla kişi türemişti. Nitekim Portekiz’de 2003 yılında çıktıkları konserde dinleyicilerin kendilerine taş atması ve bunun üzerine 2.şarkıdan sonra Chad’in sorduğu “Portekiz’de hiç Nickelback hayranı yok mu?” sorusuna dinleyenlerin su şişesi ve taş atarak karşılık vermesi üzerine grubun sahneyi terk etmesi ve Chad’in bu sırada çektiği el hareketi gruba olan eleştirileri de arttırdı.
Olaylı Portekiz Konseri
Nedir Bu Grubun Günahı?
Portekiz skandalının üzerinden henüz çok zaman geçmemişti ki bu sefer de “Nickelback doesn’t change” lafı rockseverler tarafından sıklıkla zikredilmeye başlandı.Dinleyiciler haksız da sayılmazdı.Alınan ödüller ve çıkarılan şarkıların radyolarda hit olması grubun daha düz ve risksiz çizgilerden ilerlemesine ve şarkılarının da birbirlerine çok benzemesine yol açmıştı.Grubun para sevdalısı Kanadalı “idiot” lardan oluştuğu lafını sıklıkla duymaya başlamıştık bu vesileyle.
Bu videodan How you remind me ve Someday şarkılarının birbirlerine ne kadar çok benzediğini anlayabilirsiniz.
Bunun dışında grubun vokali Chad’i eleştirilere kulak tıkadığı için topa tutan bir kitle vardı. Kimi onu Nicholas Cage’e benzetiyor, bu adamın sahnede ne işi var tarzı ucuz esprilerle alkış alıyor, kimileriyse burnunun çok çirkin olduğunu söylüyordu. Bu söylenenlerden sonra Chad, gidip burnunu yaptırdı yine de eleştirilerden kurtulamadı. Bu sefer de kliplerin absürtlüğüyle ve Chad’in yazdığı bazı sözlerin çok anlamsız olmasıyla dalga geçildi. Daha sonra bu olaylar internet ortamında “Nickelback sucks” akımını başlattı.Forumlarda üyeler müzikle ilgili birçok paylaşımın altına alakalı alakasız “Nickelback sucks” yazmaya başladılar.Bunların üzerine bir de Photograph’ın klibiyle 9gag ve 4chan gibi ortamlarda dalga geçilmiş, güzelim grup ergen “meme” lerine konu edilmişti.
Peki Sevenler Niye Seviyor Kardeşim?
Geçerli sebepleri saymakla bitmez aslında.Öncelikle grubun “Sad But True” coverına bakalım:
Bu performanstan sadece ben etkilenmiş olamam herhalde.Grup sahneye çıkmış taş gibi de çalmış, bu müzikaliteden etkilenmemek elde mi? Vokalin sesindeki kirlilik ve metal şarkılara uygunluk gerçekten başarılı.Bu başarı grubun “Animals” gibi sert şarkılarında da görülüyor. Daha romantik ve soft olarak tanımlayabileceğimiz ‘’If Everyone Cared ve Savin Me’’ gibi şarkılarında da grubun büyük işler çıkardığına tanık oluyoruz.
If Everyone Cared
Hızımı alamayıp daha çok yazmaktan korktuğum için burada bitiriyorum. Yaklaşık 13-14 yıldır aynı heyecanla dinlediğim bu grubu sizlerin de tanımasını istedim. Rock’la kalın, hoşçakalın.
Punk Rock, çoğu insanın pek bilmediği, özellikle Türkiye’de pek bilinmeyen bir türdür. Hatta bir müzik türünden ziyade bir ideoloji, kültür, yaşam tarzı ve büyük bir destekçidir. Punk Rock şarkıları içlerinde toplum, siyaset, insan ve hayvan hakları gibi pek çok konu hakkında önemli mesajlar barındırır ve bu mesajlarla müzik tarihinin en anlamlı türlerinden birisidir diyebiliriz. 40 saniyelik şarkılar bile insanların yaşam tarzını iyileştirecek kadar büyük etkiler bırakmıştır.
İlk ortaya çıkış tarihi 1974 sonları, 1975 başlarıdır ve ilk olarak İngiltere’de görülüp daha sonra Amerika ve Almanya gibi ülkelerde de bilinmeye başlamıştır. İlk önemli temsilcileri The Clash, Ramones, The Damned gibi güçlü gruplardır. Müziği basit olarak görülse de vermek istediği mesajlar aktivistlik açısından önemlidir. Ama şunu da hatırlamak lazım ki müzik yapmak kolay ve herkesin yapabileceği bir iş değildir, sanatçı bir ruh gerektirir bu yüzden müziğine ”basit” demek de pek doğru olmaz.
İlk paragrafın son satırında bahsettiğim cümleye değinmek istiyorum. Punk ilk çıktığı zamanlar nihilist bir tavır takınmıştır ve bunun öncülüğünü Johnny Rotten ve Sid Vicious gibi Punk camiasında bilinen isimler yapmıştır. Sürekli söyledikleri ”No Future” (gelecek yok) sözü bunu kanıtlar niteliktedir. Bu durum insanların düşünmeden, istekleriyle hareket etmesine sebep olmuş ve zarar vermiştir, ta ki 1981 yılında Minor Threat, Straight Edge adlı şarkısını çıkarana kadar.
O dönemlerde insanlar ”Rock’n Roll” kültürüyle yaşayıp genç yaşta yaptıkları hatalardan dolayı hastalıklara yakalanıyor, hatta ölüyorken Minor Threat solisti Ian Mackaye sadece 47 saniye olan Hardcore Punk türündeki Straight Edge’i (ayık durumdan sağlanan avantaj) çıkararak bir farkındalık, topluluk yaratmış, insanların yaşam tarzını değiştirip daha iyi bir hayat yaşamalarını sağlamış ve günümüzde bu hala devam etmektedir.
Sonuç olarak Punk Rock şarkıları kısa ve basit olarak görülse de derin anlamlar içeren bir müzik türüdür. En önemlisi de, dinleyicileri insancıl ve duyarlıdır. Punk Rock dinleyen insanların çoğu dış görünüşlerinden dolayı ön yargılarla karşı karşıya kalsalar da, her canlı yaşasın diye vejetaryen/vegan olacak kadar hassas ve duyarlı insanlardır. Birçok Punk Rock şarkısı sözlerinde eşitlik, dayanışma, insan ve hayvan hakları gibi konuları ele alır. Bu yüzden müzik tarihinin en anlamlı müzik türlerinden biri olarak bahsedilmeyi hak eder.
Vaktinizi ayırıp okuduğunuz için çok teşekkür ederim!
Bugün sizlere kalbimde çok ayrı bir yere sahip, en sevdiğim müzik grubu olan My Chemical Romance’dan bahsedeceğim.
Grup 2001 yılında, Gerard Way ve yakın arkadaşı Matt Pelissier tarafından kuruldu. Daha sonra gitarist olarak Ray Toro, Frank Iero ve bas gitarist olarak Mikey Way’in katılmasıyla grup resmi olarak kurulmuş oldu.
Toplamda 5 albüm çıkarmış olan My Chemical Romance, şarkılarında toplumsal sorunlara parmak basmış ve her albümde adeta evrilerek farklı temalar işlemiş, her albümde ayrı bir hikaye anlatmıştır. Gelin bu albümlere daha yakından bakalım.
I Brought You My Bullets, You Brought Me Your Love (2002)
My Chemical Romance’in başlangıç yıllarından artık unutulmuş ilk albümü. Grubun kişiliğini keşfettiği deneysel bir albüm. Duygusal vokallerin yanı sıra screamlerin de bulunduğu, keskin tonları olan şarkılar barındırıyor. Hikaye açısından albüm, iki aşığın ortak bir düşmandan kaçarken ıssız bir yerde yenik düşmelerini anlatıyor.
Three Cheers For Sweet Revenge (2004)
Bir üstteki “Demolition Lovers” şarkısının devamı gibi bir albüm. Genel olarak kaybın verdiği öfkenin konu alındığı bu albüm ilk albüme göre daha oturmuş, kimlik kargaşası yaşamayan bir yapım. Burada da aynı iki aşığı konu alan kavramsal bir korku hikayesi anlatılıyor. Aynı zamanda gençlerin yaşadığı zorbalıklara değinen “I’m Not Okay” gibi parçalar da bulunmakta.
The Black Parade (2006)
Bugün bile My Chemical Romance severlerin piyanoda basılmış bir sol notası duyduklarında tüylerinin ürpermesine, duygulanmalarına sebep olan albümdür. Teması, kostümleri, şarkıları, konserleri olsun başlı başına bir devirdir. Önceki albümlerin aksine, öfke ve serzeniş yerine kabullenişi konu alan, neredeyse kucaklayan bir albüm. Bugün kendinize bir iyilik yapıp “The Black Parade” albümünü dinlemenizi şiddetle tavsiye ediyorum.
Danger Days: The True Lives of the Fabulous Killjoys (2010)
Buraya kadar bildiğimiz My Chemical Romance’i bir kenara bırakıyoruz, bu albüm başka bir düzlemde. Gerard Way, “Killjoys” isimli bir çizgi roman hazırlığı yaparken albümün teması şekilleniyor. Bu albümde grup üyeleri çeşitli kahramanlar olarak karşımıza çıkıyorlar. Bu rengarenk konseptin içinde geleceğe yönelik, dünyanın durumuyla ilgili eleştiriler içeren parçalar bulunmakta.
Conventional Weapons (2013)
Bütün albümlerinden esintiler taşıyan bu albümün çıkışından bir ay sonra My Chemical Romance, maalesef dağıldıklarını açıklıyor. Grubun son albümü olmakla birlikte, en kaliteli albümlerinden biri olarak kabul ediliyor. Albümde keskin tonlu parçaların yanı sıra “elveda” niteliğinde duygusal parçalar da bulunmakta.
7 senelik ayrılıktan sonra My Chemical Romance, 2019’un sonunda “son bir konser” için birleşti. Bunun akabinde 2020 başlarında “A Summoning” isimli gizemli bir video paylaşarak tekrar bir araya geldiklerini duyurdular.
Lise yıllarımın başlarında keşfettiğim ve iyi kötü her anımda şarkılarında huzur bulduğum bu güzel grubun yeni müziklerini sabırsızlıkla bekliyorum.
Müzikle çok küçük yaşlarda uğraşmaya başladı. Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda eğitim gördü. Profesyonel sahne çalışmalarına Grup Lokomotif’in üyesi olarak başladı. 90’larda Volvox grubunun bir üyesiydi. 1994 yılında solo çalışmalarına başladı. 1995 yılında “Kime Ne” adlı ilk albümünü çıkardı. Bu albümü 98 yılında “Öz”, bir yıl sonra “Laubali”, 2002’de “Tek Başıma”, 2005 “10987654321”, 2010 “Bana Bi’şey Olmaz”, 2013 “Kargalar” albümü takip etti. Kariyeri boyunca yedi adet albüme imza attı.
2000 yılında “Yaz Rüzgarı” isimli bir televizyon programı sunan Özlem Tekin beyaz perdede de karşımıza çıktı, oynadığı filmlerden Hokkabaz’ı tavsiye ederim. Güzel bir oyunculuk sergilemiş kendisi. Ayrıca tiyatro sahnesinde de karşımıza çıkan Özlem Tekin Mucizeler Komedisi oyununda yer aldı. Eğer Mucizeler Komedisi’nde Özlem Tekin sahnelerine bakarsanız o güzel enerjisini hissedeceksiniz. Zaten Özlem Tekin böyle birisidir, enerjisini televizyondan bile belli ediyordu, samimi bir insandı. İnsanda, sanki uzun süredir tanışıyormuş hissi uyandırıyordu. Konuşma tarzı, düşünceleri, duruşu… Rock müzikle uğraşıyordu, haliyle tarzı “farklıydı”. Çok güzel bi tarzı vardı. Sahne performansları başarılıydı, yaptığı işi biliyordu. Hep; yapıyordu, ediyordu dedim, çünkü şu sıralar köy hayatı yaşıyor, müziği bırakmış durumda. Tabii ki bu biz dinleyiciler için kötü bir şey, kimse istemez sevdiği sanatçıların müziği bırakmasını,gönül ister ki sonsuza kadar müzik yapsınlar. Ancak işler böyle yürümüyor. Müziği bırakma nedenini bilmiyorum, hem de böylesine severken… Ancak değerinin bilinmediğini düşünüyorum. Özlem Tekin ülkemizin en değerli sanatçılarından birisiydi, çok güzel işlere imza attı. Kendisi benim en sevdiğim sanatçılardan birisiydi ve hala dinlerim, dinlemeye de devam edeceğim.
Gojira… Fransa’dan çıktığına bir türlü inanamadığım, mükemmel adamlar. Kafamın içindeki balinaları gezegenler arası yolculuğa çıkartabilen, Greta Thunberg’in henüz emeklediği yıllarda küresel ısınmayı avazları çıktıkça bağıran, 2000’ler sonrası metal müziğin en başarılı gruplarından biri. Şimdi bu grubu benim için bu kadar değerli kılan albümlere geçelim.
Terra Incognita (2001)
Grubun ilk albümü oldukça özgün bir seste, teknik ile progresifi harmanlayan, insanı duvara toslamış gibi hissettiren, ilk dinleyişinizde oturmanızı tavsiye ettiğim gerçek anlamda baş döndürücü bir albüm. Albümdeki şarkıların her biri tadından yenmeyecek kadar iyiler ancak benim favorilerim şu şekilde; 1990 Quadrillions de Tonnes, Fire is Everything ve 04.
From Mars to Sirius (2005)
Gelelim ”Your Music Saved Me” kısmına işte tam olarak demek istediğim şey bu albüm. From Mars to Sirius’u ilk dinleğidinizde adeta kamyon çarpmışa dönüyorsunuz. Grubu dünyaya tanıtan albüm de tam olarak bu albüm. Bu albümde grup bizim söyleyeceğimiz yeni şeyler var diyor ve avaz avaz bağırmaya başlıyor bunları. Ayrıca albüm gördüğüm en iyi albüm kapağına sahip. Bu albümü öylece dinleyip geçemiyorsunuz adeta içine girmeniz gerekiyor size anlatacakları var. Anlattıkları itibariyla belgesel kategorisinde incelenebilir bir albüm, çağımızın en büyük problemlerini sinirli bir şekilde ”Gojiraca” dile getirmekteler. Bu albümde favori şarkımdan bahsedemeyeceğim, her bir şarkı kendine özgü ve bazı albümler içinden bir şarkı seçerek değil tamamı ile bir solukta dinlenmeli işte bu da o albümlerden biri. Sayın Gojira müziğiniz beni kurtardı kim bilir belki bir gün gezegeni kurtaracak olan yine sizin müziğinizdir sevgilerle.
Benim bahsettiğim sadece buz dağının görünen kısmı. Gojira gibi bir grubu bu kadar sığ anlatmamak gerek ancak bu yazıda bana ayrılan sürenin sonuna geldik okuyan herkese teşekkürler. Yazıda bahsetmediğim diğer Gojira Albümleri ise ” The Link (2003), The Way of All Flesh (2008), L’Enfant Sauvage (2012), Magma (2016) ”
Bir giriş yapacak olursam eğer; bayanlar baylar karşınızda John Michael Osbourne yani namıdiğer Ozzy Osbourne!
Ozzy Osbourne İngiltere’nin Birmingham şehrinde dünyaya gelmiştir. Kendi ile birlikte 6 tane kardeşi ile büyümüştür. Genç yaşta The Beatles’in müziğinden etkilenmiştir herkes gibi. İlk müzik grubunu arkadaşı Tony Iommi ile beraber kurdu. Bas gitarist Geezer Butler, gruba yönetmen Mario Bava’nın korku filmi Black Sabbath’ın adını vermeyi düşündüğünü söyleyince gruplarının adı da konmuş oldu. Black Sabbath grubunun ilk albümü olan, grubun da ismini taşıyan Black Sabbath 13 Şubat 1970 yılında piyasaya çıktı. Bu dönemde yine grubun son albümü olan Never Say Die! kadrosunda yer aldı ve 1979 yılının sonunda, çok fazla uyuşturucu madde kullandığı ve gruba yeni eserler katacak durumda olmadığı gerekçesiyle gruptan kovuldu.
Sabbath sonrası Osbourne, Jet Records şirketi ile anlaştı. Bu dönemde anlaştığı şirketin sahibinin kızı olan ve gelecekteki eşi Sharon ile tanıştı. The Blizzard of Ozz isimli bir grup ile albüm çıkarmayı düşünse de solo kariyer olarak devam edip bu ismi albümü olarak piyasaya çıkardı. The Blizzard of Ozz’da Quiet Riot’un gitaristi Randy Rhoads ile çalıştı. Devamında Osbourne’un ikinci albümü Diary of a Madman çıktı ve bu albüm Ozzy’nin en sevdiği albüm oldu. 19 Mart 1982’de albümün turnesi için Florida’dayken grubun şoförü Andrew Aycock’un kullandığı ve Rhoads ile grubun makyajdan ve kostümden sorumlu görevlisi Rachel Youngblood’ı taşıyan hafif hava aracı, yere yakın uçarken grubun turne otobüsüne çarptı. Dengesini kaybeden uçak, yakındaki bir villanın garajına çarptı ve içindeki kişiler hayatlarını kaybettiler. Yakın arkadaşı ve gitaristi Rhoads’ın ölümüne tanık olan Osbourne, derin bir depresyon geçirdi.
1983’te Ratt ve Rough Cutt gitaristi Jake E. Lee, Osbourne’a Bark at the Moon albümü için eşlik etti. 1988’de Osbourne, Rhoads’un yerini en uzun süre dolduracak gitarist Zakk Wylde’ı keşfetti. Gitarda Wylde, davulda Castillo, bas gitarda ve söz yazımında Daisley ile No Rest for the Wicked kaydedildi. 1980’lerdeki başarısını, 1990’larda da sürdüren Osbourne, “Mama, I’m Coming Home” şarkısını içeren No More Tears albümünü 1991’de yayınladı. 1995’de Ozzmosis, 2001’de Down to Earth, 2005’de Under Cover, 2007’de Black Rain, 2010’da Scream isimli albümleri çıkardı. Ve bu yazının da amacı olan Ordinary Man isimli albümü 21 Şubat 2020’de piyasaya sürdü.
Albümün baterisinde Red Hot Chili Peppers dan tanıdığımız Chad Smith, bas gitarda ise Guns N’ Roses’dan Duff McKagan ile çalışmıştır. İlk single “Under the Graveyard’’ 8 Kasım 2019’da piyasaya sürülmüş, şarkının klibinde ise Ozzy’nin Sharon tarafından ayağa kaldırıldığı dönem anlatılıyordu. Klip çok tatlıydı bence, Prince of Darkness için uygun bir sıfat değil tabii ama gerçekten ikisi arasında o anların beni çok etkilediğini söylemeden geçemeyeceğim. Devamında “Straight to Hell” single olarak çıktı ve albümün en beğendiğim şarkısı olmayı başardı, tabii bu şarkının klibi de bir efsane olmuştu. Anarşi sokaklarda dans ediyor ve Ozzy’de o anarşiye yön veriyordu. Albüme ismini veren şarkı olan Ordinary Man sarkısı ise Rock n’ Roll camiasından aşina olduğumuz bir isim olan Elton John ile bir düettir. Bu şarkıda Elton John olduğu için tabii ki güzel bir piyano alt yapısı bizi karşılıyor ve iki efsaneyi aynı şarkıda dinlemek, bu şarkının anlamını arttırmaya yetiyor. All My Life şarkısı ise akılda kalıcı ve şarkının solosuna bayıldığımı söyleyebilirim. Goodbye şarkısı ise eski Ozzy şarkılarını hatırlattı ve sağlam alt yapısı şarkıyı tek dinleyişte sevmemi sağladı. Bu albümde çok farklı tarzlardan da isimlerle çalışmış. Mesela rap müzikten tanıdığımız ve daha öncelerde birlikte çalıştığı Post Malone. It’s a Raid şarkısında Post Malone güzel bir etki yaratmış ve dinlenmeye değer bir şarkı olmuştur. Birlikte daha önce kaydettikleri aynı zamanda Travis Scott’ın da eşlik ettiği ve yine bu albüme eklenmiş olan “Take What You Want” şarkısı ise albümün bitiş şarkısı olmuştur. Ben bu şarkıyı daha önce Post Malone’nin albümünde fark ettiğim için zaten ezbere biliyordum, çok farklı havası olan şarkı albümün bitişi için iyi bir seçim olmuş bence.
71 yaşında olan ve hala müzik yapmaya devam eden Ozzy’ye böyle bir albüm için teşekkürü bir borç bilirim. Hala enerjisinden ve yeteneğinden bir şey kaybetmemiş olması beni biraz kıskandırsa da onu hala yeni şarkılarıyla dinleyebilmenin keyfini çıkarıyorum ve umarım bu keyfi daha uzun seneler yaşarım.